Kadına karşı şiddet demek yetmez. Vicdansızlık, sapkınlık, aymazlık, akıl hastalığı… Kadına zulüm!
Hangi kelimeleri kullanırsanız kullanın, anlatmak ya da sebeplerini anlamak imkânsız gibi görünen bu konuyu herkesin düşünmesi ve konuşmasının zamanı gelmiş de geçmiştir artık. Yeni bir vaka ile karşılaşmadan bir günün bile geçmediği bu ortamda, herkes düşünmeli, kafa yormalı ve konuşmalı ki konunun çözümüne katkıda bulunmuş olsun.
Konunun geldiği boyutları düşünerek ben de bir şeyler yapmanın gerekli olduğu düşüncesiyle, hukukçu kimliğimle değil de bir insan olarak fikirlerimi paylaşmak istiyorum.
Elbette eskiden de bu tip olaylar yaşanıyordu fakat çok nadirdi. Şimdi ise giderek daha sık tekrarlanan olaylar artık herkesin vicdanını rahatsız etmeye başlamıştır.
Eskiden yaşanan olaylara üçüncü kişiler daha rahat müdahale edebilirdi fakat son zamanlarda toplumun büyük çoğunluğu bir olayla karşılaştığında kendini sorumlu hissetmediğinden, korktuğundan ya da kendi derdine düşmüş olduğundan olaya karışmamayı tercih etmektedir.
Herkes ağız birliği etmişçesine devletin polisiye tedbirlerle bu işi çözmesi gerektiğini dile getirmekte. Hükümet de halkın isteği doğrultusunda çıkardığı kanunlarla kadını korumaya çalışmaktadır. Fakat hiç kimse bunun bataklıktaki sinekleri öldürmeye benzer bir faaliyet olduğunu ve sorunun çözümünün daha derinlerde yattığını, sorunun sebeplerine yönelik çalışma yapmak gerektiğini konuşmamaktadır.
Öncelikle toplumun adeta depresif bir kitle haline gelmiş olduğu gerçeğini kabul etmeliyiz. Trafikte seyir halindeyken yol vermedi diye hiç tanımadığı insanı katledenler, yolları yarış pisti gibi kullanarak yayaların ölümüne sebep olanlar, iş güvenliğiyle ilgili tedbirleri almayarak çalışanların ölümüne sebep olanlar, okullarda veya işyerlerinde hayati tehlike oluşturan demir kapılar, lavabolar, asansörler vs.’yi görmezden gelerek insanların ölmesine sebep olan yöneticiler…. Bunlar senelerdir devam eden ve bilinen konulardı.
İnsanların bu denli duyarsız ve sorumluluk bilincinden uzak davranmalarının sosyal ve psikolojik sebepleri tartışılmalı ve bu bağlamda yapılması gerekenler üzerinde durulmalı, çözüm aranmalıdır.
İnsanları bu hale getiren etkenlerle ilgili fikirlerimi üç ayrı başlık altında belirtmek istiyorum.
Ekonomik etkenler:
Ben Avukatlık hayatıma başladıktan sonra üç büyük ekonomik kriz yaşadım. Bunlar 1994, 2001 ve 2008 krizleridir. Bu krizlerin hepsinde de boşanma davalarında, ceza davalarında ve icra takiplerinde belirgin bir artış olmuştur. Ekonomik durumu bozulan kişilerin evdeki huzursuzluğu da artmakta ve dayanma gücü kalmadığında boşanmaya karar vermektedir. Keşke insanlar evliliğini yürütemeyeceğini anlasalar, kabullenseler ve birlikte boşanmaya karar verebilseler. Fakat maalesef pek çok erkek, evlilikteki başarısızlığı kabullenememekte ya da başka psikolojik sebeplerle boşanmaya razı olmamakta, kadına adeta kendi malı imiş gibi davranmaktadır.
1994 ve 2001 krizleri ülkemizi nispeten kısa bir süre etkilemiş olmasına rağmen 1929 buhranının bir benzeri olan 2008 krizi beş senedir devam etmekte ve daha uzun süre de devam edeceği söylenmektedir. Önceki krizlerde dövizin yükselmesiyle ithalat azalıyor, ihracat artıyordu ve İMF ile anlaşma yapılarak yeni kredi alınıyor, maaşlara zam yapılarak toplumda rahatlama sağlanıyordu. Böylece felaket gibi görülen karamsarlık ortamı aylarla ifade edilecek sürelerde geçiştiriliyor, büyük çoğunluk mutlu oluyordu. Fakat bu krizde dövizin yükselmesine rağmen, krizden önceki senelerde yok edilen yerli üretim yetersiz geldiğinden, ithalatımız azaltılarak ihracatımız yeterince artırılamamakta ve refah ortamı yaratılamamaktadır.
Alkol ve madde bağımlılığı:
Her toplumda var olan birtakım çıkar çevreleri bizim ülkemizde de yoğun bir şekilde çalışmakta ve gençlerimizi vicdansızca kötü alışkanlıklara sürüklemektedir. Yıllar geçtikçe alkol ve uyuşturucu madde kullanma oranı artmakta, insanlar aklı ve mantığını kullanma yetisini kaybetmektedir.
Komşu ülkelerdeki savaş ve terör olayları:
Sınır komşularımızda devam eden savaşların ülkemize de bulaşması ihtimali ve ülkemizde yıllardır bitmeyen terör olayları toplumun neredeyse tamamında tedirginlik yaratmaktadır.
Elbette ki krizler ekonomistlerin, siyasi olaylar siyasilerin, sosyal ve psikolojik konular ise bu konulardaki uzmanların konuşması gereken ayrı ayrı uzmanlık gerektiren konulardır. Ben burada herkesin ve özellikle TBMM’nde vekil ettiğimiz kişilerin kadına karşı şiddetin sebeplerini düşünmesi gerektiği kanaatinde olduğum için konunun farklı yönlerini dile getirmek istedim.
Eşini öldüren kişi aynı zamanda çocuklarının ve kendisinin de hayatını karartmış demektir. Böyle bir psikolojideki insanın cezalandırılma korkusuyla suç işlemekten vazgeçeceğinin beklenmesi ve olayların bu şekilde sona ereceğinin beklenmesi akla ve mantığa uygun değildir. Fertlerin önce devlete, sonra kendilerine olan güveninin sağlamlaştırılması, emeğinin karşılığı ile onuru zedelenmeden geçinebileceği bir gelir elde etmesi için iş olanaklarının artırılması, işsizlik sigortası ödeneği gibi sosyal yardımların artırılması, eğitim imkânlarının artırılması; acil olarak yapılması gerekli uygulamalardır.
23 ocak 2013 Engin Yaşar Yılmaz